8 Eylül 2014 Pazartesi

KUTUP AYISI

Geçen yıl bu sıralar, Ankara'ya dönmek için can attığımız, Osmaniye-Ankara otobüsündeyiz. Tuğçe ve ben, hemen hemen her hafta Ankara'ya gelip gitmekten bitap düşmüş, biran önce yeni atandığımız görevimize Ankara'da başlayarak en azından uzun bir süre, bu şehirde kalıcı olmak istiyoruz. 16 yıldır yaşadığım Ankara normal şartlarda pek beğenmediğim bir yer iken, 4 aylık Osmaniye maceramdan sonra gözüme "Paris" gibi gözükmekte, neredeyse şehre varınca Melih başganın Kızılay'ın göbeğine diktiği kol saati şeklindeki "derin bir tasarıma sahip olan saat kulesi" ile fotoğraf çekilmeyi filan hayal ediyorum. Düşünün artık Osmaniye öyle bir yer !!! :)

Osmaniye'ye doğrudan giden herhangi bir otobüs firması yok. Demek istediğim Osmaniye'den geçen Antep'e ait çeşitli otobüs firmaları var onlarla seyahat edebiliyorsunuz. Bence harita üzerinde hala şehir olarak kabul edilen bir yer değil kendisi ama yine de bu konudaki ısrarcı tavrını beğeniyorum. İki katlı ve illa ki ikinci katı sıvasız tasarlanmış mimari tarzı, bu evlerin önüne park etmiş son model otomobilleri, şehrin dışındaki en ufak toprak parçasından bile fışkıran yeşilliğe inat (bkz. Çukurova !) ısrarla bozkır olarak bırakılmış şehir merkezi ve bu merkeze bilmem kaç metre kareye uçsuz bucaksız inşaa edilmiş valilik kompleksi ile il olmakta ısrarlı, şipşirin bir Anadolu şehri Osmaniye. (Valilik kompleksi derken valinin kompleksli oluşundan bahsetmiyorum yanlış anlaşılmasın, bir araya gelmiş binalar bütünü yani...) Kendimi her gidişimde Zeyniler Köyü'ne düşmüş Çalıkuşu gibi hissetmeme sebep olan bu şehre, işte büyük bir terbiyesizlik sonucu tekraren söylüyorum, doğrudan giden bir otobüs firması bulunmamaktadır. Eğer şanslıysanız bir Antep firması olan SEÇ , eğer değilseniz artık ülkemin kimbilir neresinden gelip de neresine gitmekte olan çeşitli firmalardan bir adet Osmaniye bileti bulmanız mümkün.

Neyse efendim biz o gün Tuğçe ile şanslıydık ve Seç'ten bilet bulmuştuk. Yaklaşık 8 saat süren yolculuğumuz sırasında , fıstığı, nar ekşisi, şalgamı ve kebabı ile ünlü olan bir yerden halkımın nelerle yolculuk yapabileceğini artık sizin hayal gücünüze bırakıyorum, ara ara sıcaktan bayılmamak, ara ara da şoförün sonuna kadar köklediği klima yüzünden Ağustos ortasında donarak ölmemek için bir birimize güç veriyorduk. Uykulu bir halde zaman zaman ısı değişikliği, çeşitli kokularla burun eşiğinin zorlanması ve gürültü gibi dış faktörlerle gözümü araladığımda, Tuğçe ile göz göze geliyor ve onun gözleriyle bana "sakin ol , bu inşallah 2 şehir arasındaki son yolculuğumuz dayan !" dediğini görüyor ve tekrar uyku haline geçip, Kızılay'daki devasa kol saati altında fotoğraf çekiliyordum.

Ön koltukta ise 3-4 yaşlarında küçük bir oğlan çocuğu, çocuklara özgü bir seyahat etme türü olan "yüzü arkadaki koltuklara dönük şekilde" seyahat ediyordu. Mola anlarını ya da biraz önce bahsettiğim gözlerimizi araladığımız kısa zamanları hiç kaçırmıyor, susmamaya yeminli gibi makineli tüfekten hallice konuşuyordu.

- Aaa otobis geçiyooooo, bu mavi bir otobis! Biraz önceki kıvmızığ bir otobisti. Ama bizim otobisimis en hızlısı! Geçiyo geçiyo geçiyo baaaaaakk, baksanaaaaaağğğ, hoooppp bir tağne dahaaa geçtiii işteeee sen göremediiiiiiinnnn...Bir tek ben gördüm , çok büyük bir otobistiiiiiii...

şeklinde bize "otobis" demeci veriyordu. Çocukları hakikaten sevdiğim ve onlara karşı allah tarafından çok enteresan bir sabır ile donatıldığım için bir kaç kez bu "sarı kafaya" gülümsemek gafletinde bulundum. Baktım bu hareketim bana daha çok çene olarak pahalıya patlamak üzere, sesime eğitimci bir ton verip, yüzüme bir öğretmen gülümsemesi yerleştirdim ve küçük çocuğa :

- Ama sen otobüste nasıl oturulacağını öğrenmemişsin herhalde, öğretmemişler sana (burada yan koltukta mort mort oturup, çocuk bütün otobüse beyin ameliyatı uygularken kendisi önündeki tek kişilik monitörden evlilik programı izleyen annesine de bir gönderme yapmayı unutmadım tabi ki...) dedim.
 Pek  tabi çocuk yüzüme anlamsız anlamsız baktı...:) Hemen güç buldum bu bakıştan, düşmanın aklını karıştırmayı başarmıştım...Devam ettim :

- Otobüste yüksek sesle konuşulmaz diye sesimi küçülttüm ve sessiz bir tonda devam ettim konuşmama...Herkes uyuyor sessiz konuşmazsak sesimizden rahatsız olurlar. Ayrıca otobüste ayakta da durulmaz, ani bir fren olsa o koltuktan düşebilirsin. Bence şimdi sen arkana dayanarak önüne dönüp otur, hep birlikte susalım ve  herkes gibi uyuyalım.

Söz konusu "Madam Rotenmayer" konuşmamı başarıyla bitirmiş ve çok da etkileyici bulmuştum. Çünkü çocuk can kulağıyla eğilip bütün konuşmamı sessiz bir şekilde dinlemişti. Sanki anlaşmıştık. Tam "eğitimci olmak için doğmuşum canım ben "diye kendi kendimi tebrik ederken, önüne dönmesini beklediğim çocuk başladı bütün anlatacaklarını bu kez kısık sesle anlatmaya...Nedense kısık sesle konuşması konusundaki uyarım tam olarak başarıya ulaşmış ama önüne dönüp uyuma konusu çocuk tarafından tamamıyla es geçiliyordu. Sanki hiç öyle bişey konuşmamıştık. Kısık sesle:

- Biliyo mısın, bu otobisteki tevelissyonda çisgifilmler vaaaar. Sekis tane 10 tane vaar... Ben hep isliyorum. Bugün de isledim. Çok güsel bitane var hem dee...diyen ufaklıkla yetişkinlere özgü beyinsiz çabalara girişmemle hem eğlenen hem de bana acıyan Tuğçe ile yine göz göze geldik. Çocuğun durmaksızın kısık sesle bir şeyler anlatmaya devam etmesine sinirimiz bozuldu, biraz güldük.

 Tuğçe:
- Kısık sesle konuşuyo yalnız, dinledi seni çok komik diye, sağolsun çabamı da takdir ederken
- 100 de elli başarı ne yapalım, hayatım böyle diye cevap verdim.

En sonunda da pes ederek çocuğu Tuğçe'nin başına sardım ve yönümü tam cama doğru dönerek uyku moduna geçtim. Allahım ne mümkün...! Bizimki bu kez Tuğçe'ye, arada sırada kısık ses kuralını unutup patlayan sesine hemen arkadan hatırlayıp hakim olarak, bir kısık bir sesli otobüste izlediği çizgi filmi anlatmaya başladı.

- Kutup AYSI vaR bitAne, çooook BÜYÜK ama kutup AySı. BöYLe bi hayVan VAR ama o bişEy yapaMIyo kuTUP aysına...Bööle bööle GELİYO bööyle yapıp zıplıyooooo, Bİ VURUYO böööleee...

Tuğçe yalvaran gözlerle bana bakıyor ve artık çocukla göz kontağı kurmamaya çalışıyoruz. O devam ediyor :
- Sonra KUTUP aysı kızıYO ona, dağ VAR bitane ordan kayıyo,CUP DÜŞÜYO... Dişleri VAR bağırııyo ona böyle...

Biz artık gerçekten bayılmak üzereyken arkadan 20li yaşlarda genç bir erkek sesi duyuldu :

-YİSİN SENİ GUTUP AYISI GARİ!!!

Çocuk :

- Yimesin Yimesin!! deyip önüne dönüp oturdu.

Tuğçe ile yeniden göz göze geldik bu kez gülme krizine girdik...:)

İşte bu da böyle bir anımızdı ama illa neden anlattın diye soracak olursanız, anlattığım şekilde Ankara'ya geri geleli tam 1 sene oldu. Daha zamanımız var, öte yandan zaman çabuk da geçiyor...Kıymet bileyim, bir de zamanımı anlamlı geçireyim diye ufak bir hatırlatma kendime.

Kızılay'a fotoğraf çekilmeye gidiyorum,
kaçtım, sonra görüşürüz ;)