31 Aralık 2016 Cumartesi

BİLMEM Kİ YENİ YILA NE SÖYLESEM

Bilmem ki ne söylesem...Bir kaç senedir çok seyahat etmek istemiştim, gerçek oldu bu yıl bu dileğim. En çok da Atina'da bulunmak istemiştim dünya gözüyle, Acropolis ile çok bakıştık karşılıklı. Olanı olduğu gibi kabullenmeyi öğrendim ondan, bilmem kaç yüz yıllık Acropolis'ten daha iyi bilecek değilim ya...Bolca çizmek istedim, sanki kayıt altına almak istedim işte önemsiz hayatımı ne bileyim. Kendimi kaybetmiyim diye, ya da kaybedip kaybedip bulayım bir yerlerde diye. Bir sürü çizim defterim oldu. Müzelerin suyunu çıkardım, çifter çifter gittim kimisine. Pek çok açıdan müzeliğim zaten, en iyi orada hissetmem ondan belki...:) Ama işte dilekler bedelsiz gerçekleşmiyor. Kızları çok özledim. Üçüne birden sarılasım var. Küçük adamım Özgür'üm burnumda tüttü. Esra'yla yeşil kanepeme sohbetlerimiz...Annesiyle birlikte Ayşe Bilge, o da elimize doğdu nihayet :) Hüsüt, Esot, Nilaytoşum'u unutur muyum...Ablam, ailem onlar ne kadar özlenir zaten bilirsiniz...Babam watsup'tan selfie göndermeyi öğrendi :) Ben ondan her telefonda daha çok bilgelik. Bir de normalde inanın inanmayın ama anne duası diye bir şey var, benim inandığım tek şey belki de. Daha bir dolu şey işte!

Aslında yeni insanlar tanımayı sevmem, tutucuyumdur baya hayatımdaki insanlar konusunda. Yolculuk edeceksen yoluna çıkanları da kabullenmeyi öğreniyorsun. Şimdi çok mutluyum hepsini de tanıdığıma. Dostluk var, aşk var sanki hala, bulabilir yani insanı beklemediği bir anda bir yerlerde. Düşünmek yerine yaşamayı da öğrendim sanırım biraz, daha doğrusu az düşünüp çok yaşamayı...Bir de kimse ölmesin herkes mutlu olsun istemiştim, her yılki gibi geçen yıl da...Bilmem ki yaşamın bir bildiği mi var, bazen kendisine küfretsem de yine de anlamaya çalışıyorum onu. Ama bıkmadan bu yıl da diliyorum herkesin mutluluğunu...Yani demem o ki "bu hayattaki mutluluğunu" hiç geç kalmadan hiç erkenmiş gibi hissetmeden.

Bilmem ki ne söylesem, çok saçma gibi gelebilir ama hepinizi seviyorum.

( Resimde görülen bir çocukluk anısı daha çok, babamın bizi eğlendirmek için Noel Baba olup "Ham hum şaralop!" dediği günlerin anısına...Bir yerde çocuklar eğleniyorsa, mutluysa o yapılan doğrudur, neyi istiyorsak onu kutlamamız dileğiyle, en acilinden çocukların mutluluğunu mesela...)

5 Aralık 2016 Pazartesi

İ-Yİ-GE-CE-LER

Hayata karşı gereksiz coşkulanmamın bilmem kaçıncı yılıydı. Gülünecekse en çok ben gülüyor, ağlanacaksa en çok ben ağlıyordum. "Nobel Lirik Ödülü" diye bir şey olsa eminim "yalnız ve güzel ama fabrika ayarlarına acilen dönmesi gereken ülkem" adına kesin ben alırdım. Peki fabrika ayarlarına dönmesi gereken sadece canım ülkem miydi? Bir hatalı üretim olarak bıkmıştım artık kendimden. Yapılacak onca şey varken kendimi sürekli hayal kurarken yakalıyordum. Hiç "şu ana" odaklanamamak ne demektir bilir misiniz?! Geçmişin yüzüne bakmamak, şimdiki anı yalapşap geçip, yaldır yaldır olmayan geleceğe dair saçma sapan....!!! Töbe, bak gene sinirlendim!

Neyse dün aldım kendimi karşıma konuştum. Nerden geliyo dedim bu gereksiz cesaret, herşeye tuzluk elinde koşuşun? Öyle deyince biraz bozuldu bu tabi bana. Ama bozuldum diye kesmedim konuşmayı, üstüne gittim sırıtığın! Biraz da umut etmeyiver dedim, hayal kuruyosun da noluyo, hani sanki hayal gücü genişliğinden infilak ediyosun da bişey mi ürettiğin var?! Gereksiz neşelenmene de ayrı uyuz oluyorum! "Gerçekçi!" bak ağzımı oku "GER-ÇEK-Çİ" ol diye ağzımı yüzümü gere gere konuştum. Hayır anlamıyor çünkü! Mesela selam vereceksin kolun çıkıyo el sallamaktan, normal ol azcık ölçülü ol. Aman neyse işte bi ton konuştum bununla. Az canı sıkılır gibi oldu. Gene yeni bir şeye cesaret etmişti azcık onu sorgular gibi oldu filan...Aynada boyuna posuna baktı, "zaten bu boya posa bu cesaret harbiden çok gereksiz" dedi içinden duydum. Kabullendi sonunda gitti yattı. Bir süre sonra perdenin açık kalan küçücük bölümünden sızan ay ışığıyla uyanmış olan beni, "yıldız kaysa şu açık kalan 4mm karelik yerden ne güzel dilek tutarım derken" yakalamayayım mı! Bu ne yaşam sevinciymiş beaaa kardeşiieeemmm!! Söyleyecek bir şey bulamadım " Höööööööhhh! dedim.
Dudaklarımı oku "İ- Yİ- GE-CE-LER!  

23 Kasım 2016 Çarşamba

DÜNYAYA MEKTUP

Merhaba dünya,

Nasılsın? Beni sorarsan hiiiiçç...Ölüm iyisi gibi biraz...Çıkıştan önceki son bir kaç mutluluk gibi...
Öyle bakma, hiç inancım kalmadı sana. Hoş zaten yoktu. Halim itten beter ama yine de keyfim paşada yok diyeyim kısaca. Duruyorum. Evet itinayla duruyorum. Bir B planım kesinlikle yok. Hatta A'nın olduğundan bile şüpheliyim. Böyle her şey senin dışında gelişir ya, hani mutfakta bir kaç şeyin birbirine çarpıp kırılması gibi. Bakakalırsın yalnızca. Ha işte öyle bakıyorum senin işlerine...Hatta bir sinir gülmesi geliyor bazen, herkesin telaş içinde olduğu esasen belki benim de mücadelenin içinde olmam gereken şeylere bile bıyık altından gülüyorum. Biraz daha uzağa gidebilsem karnımı tutarak kahkaha bile atacağım neredeyse.

Bu arada söyleyeyim nereye gidersen git, kendinden uzağa gidemediğin için çok da mühim bi halt olmuyo öyle hayatında. Ama çok güzel başkalarının hayatlarıyla da tanışmak. Geldiğimden beri gözlem yapıyorum insan denen yaratığın davranışları netice olarak aynı. Valla bak. Çocuklar, ergenler, karı-kocalar ve yaşlılar dünyanın neresine gidersen git aynı şekilde davranıyorlar bence. Çocuklar başına buyruk ve korkusuz, ergenler gürültücü ve salak, karı-kocalar mutsuz, yaşlılar da bilgeler.

Neyse dünya, bir kaç iyi insan, birkaç mutlu an dışında hiç umrumda değilsin. Yaşamın evrenselliğine saygı duyuyorum sadece o kadar! Ama sana bazen pek duymuyorum sanki! Görüşürüz...



9 Şubat 2016 Salı

GURUR, ÖNYARGI ve BUNUN GİBİ ŞEYLER

Episode 1

Elisabeth başını gökyüzüne kaldırdı. Bembeyaz çiçeklerle bezeli badem ağaçları, sanki pek yakında gelecek olan baharın müjdecisi gibiydiler. Elisabeth'in içi sevinçle dolmadı. İçi bulanıyordu, gelecek bahardan çok bir türlü geçmek bilmeyen kışa odaklanmıştı. Genellikle bardağın boş tarafına odaklanan pesimist iğrenç bir karakterdi kendisi. Yazar bir daha dünyaya gelse tövbe, bir daha onun hakkında tek kelime yazmazdı. Olmaz olsundu böyle karakter! Ama neyse artık yazmış bulunmuştu.

İşte, Elisabeth uzun eteklerini iki gün önce yağıp da Yorkshire belediyesinin bir türlü temizletmediği yol kenarında biriken kar ve çamur karışımına bulayarak, bata çıka yürürken ayağı kaydı ve tam düşecekken biri onu kolundan yakaladı. Bu kişi bay Darcy idi. Göz göze geldiler. Elisabeth zarifçe  başını eğerek Bay Darcy'e teşekkür etti. Bay Darcy ona :

- Ne kadar güzel bir sabah Bayan Elisabeth öyle değil mi? dedi. Elisabeth:
- Hıııııııııııııııı aynı da öyle! diye cevap verdi. Aklına, sabahın köründe telefonunun iğrenç alarmıyla uyandığı sırada, "allah kahretmesin inşallah gene uykumda ölmemişim bokum gibi olan hayatım bugün de aynı tas aynı hamam devam ediyor" deyişi geldi. Hep bu şekilde uyanırdı Elisabeth, onun ne menem bir roman kahramanı olduğunu daha önce belirtmiştik. Neyse efendim, kaşıyla gözüyle sanki Bay Darcy ile aynı fikirdeymiş gibi hareketler yaparak mükemmel bir uyum içerisinde yürüdüklerine adamı inandırmıştı. Darcy, çok da önemsediğinden değil ama konuşacak konu olsun diye tezinin nasıl gittiğini sordu Elisabeth'e. Elisabeth içinden "anlatsam anlıycan sanki Darcy", işte allahın unuttuğu Harlem'e bağlı Ottomaniye mahallesine çıkan tayinim geciksin diye yazıyoz bişeyler diye düşündü. Aynı romanda ne işleri vardı bu iki alakasız karakterin kim bilir!...Daha yapılacak çok iş vardı, Elisabeth bazen her şeyi bırakıp, kasnağa gül işleyip, belediyenin açtığı kurslar sonrası yapılan kermeslerde yer almanın hayalini kuruyordu. Kamusal alanda sanat dedikleri sanırım böyle bir şeydi...Başka ne olacaktı? Neyse bunları uzun uzun anlatıp bay Darcy'nin de canını sıkmak istemedi, kendi canı dünya işlerine ziyadesiyle sıkkındı zaten. Sık sık intiharı düşünüyor, yolda yürürken meşhur bir şair gibi belki de bir belediye çukuruna düşer ölürüm diye buzdan altında ne olduğu belli olmayan yerlere özellikle basıyordu. Çok uzak bir ülkede intihar eylemcilerinin olduğunu duymuştu, bu yüzden bir ihtimal diye kalabalıklara giriyor, kalabalıklarda şüpheli bulduğu adamlarla sohbet etmeye çalışıyordu. Tabi talihsiz ihtimalleri kovalayacağına mutfakta gazı açık bırakabilir hem zarif bir şekilde ölebilir hem de o burnu büyük Darcy'e dünyanın kaç bucak olduğunu gösterebilirdi. Ama çok üşeniyordu. Sonunda Darcy:
- Seni akşamüzeri kroket oynamaya davet edebilir miyim Elisabeth? dedi.
- Bu bir teklif mi Darcy? diye sordu Elisabeth...
Darcy mahcup bir şekilde evet anlamında başını salladı.
- Çok üşeniyorum be! dedi sonra hemen arkasından : - Şaka şaka! Akşamüzeri zumbaya gidicem gelemem diye ekledi.
Ama nemrut ve de gururlu Bay Darcy için ok yaydan çıkmıştı bir kere, hemen içinden " Sanki her gün zumbaya gidince Angelina Jolie olacak haspam şeklinde Elisabeth'e gömdü. Ama yüzüne karşı kibarlıkta kusur etmedi.
- Pekiiii Çarşamba ne yapıyorsun? diye sordu Darcy! Nemrut olduğu kadar ısrarcıydı da...Elisabeth:
- Ah Darcy'cim yeni bir derse girmeye başlıycam o gün, yüzümüzün yumuşaklığından şeyimizin, yani eteğimizin yaşı kurumuyor canım benim. Zaten haftada bir gün izinliyiz diye evinde çocuklarına özel ders verdiğim aile, öyp'li özel öğretmenlere gıcık oluyor. Peki daha önce bahsettiğim o tez nasıl yazılacak tanrı bilir, kimsenin umrunda değil. Özel hoca bolluğundan evin çocuklarından birine ben "güzel yazı ve dikte" dersi verirken, genç meslektaşım Miss Fiona Potery, çocuğun omuzlarına masaj yapıyor. Aynı sırada cebir hocası Mr. Craft çocuğun yazı yazarken terleyen ellerine üflüyor. Bir çocuğa aynı anda üç hoca çok diyoruz ama dinletemiyoruz. O derece yani Darcy'ciğim. dedi.
Darcy yaptığı teklifler karşısında pişman olmuştu bile, Elisabeth'i acılarıyla yalnız bırakmaya karar verdi. Şapkasını hafifçe eğip genç kadını selamladı ve badem ağaçları boyunca gölgesi sokakta uzayıp gitti.

***