4 Aralık 2012 Salı

MAVİ OKULDA SABAH...

Mavi okula giderken ben sabahları, genellikle atkım ile beremin arasındaki dar boşluktan bakıyor oluyorum hayata...O aralıktan, sarı saçlı birinin penceresinden baktığı servisi bekliyorum. Yine o aralıktan, bilge şöför Satılmış Bey'in, cevap hakkı doğduğunda verdiği "insan-baba-şöför " karışımı zekice cevaplarını izliyorum. İzliyorum diyorum; çünkü bazen, camımızdan uça kaça uzaklaşan yağmur kuşları gibi dönüp dolaşıp, gelip, avcuma konuyor o sözcükler. Sonra onları mavi okula kadar avcumun içinde sıkı sıkı tutuyorum. İlk günaydınla ilgim dağılıyor, avcumun içini kahve bardağının sıcaklığı kaplıyor bu kez ve flüt çalan arkadaşımla çene çalıyorum...

26 Ekim 2012 Cuma

PAZARLARI HİÇ SEVMEM

Bloğumda hiç şarkı dinletmemiştim şimdiye kadar sizlere, ve aslında pazarları da severim...
Ama bu şarkı bazen iyi geliyor...
"Nasıl şey bir güneş, bir bulut ? " diyor...
Kafası karışıklar için...:)


23 Ekim 2012 Salı

ÇERÇEVE YOK, İÇİNDESİN!

Biraz dursam...Biraz sussam...Biraz daha iyi izlesem...?

Van Gogh Alive sergisinde ressamın doğayla ilgili kal-lavi lafları vardı...
Şimdi birebir hatırlamasam da ; doğanın mükemmelliği, uyumu, insanın ona muhtaç ve karşısında aciz oluşuyla ilgili mükemmel laflardı bunlar...Durdum düşündüm. Ben de doğayla ilgili bir kaç gözlemimi paylaşmak istedim kendisiyle, hiçbir şey bulamadım Van Gogh'a anlatacak...Çünkü doğayla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Konuyla ilgili gözlemlerim evimin penceresinden görünen tek bir çam ağacı, haftada bir hatırlarsam suladığım sardunyalarım, yaşlı apartman yöneticisi teyzenin basarlarsa bacaklarını kıracağını söylediği çocukların korka korka yanından geçtiği çim alan kadardı ve bir kesişim kümesi gibi hepsi de penceremden küçük bir dikdörtgenin içine sığıyordu sadece. Perspektif sayesinde azıcık geride durup elimi uzattığımda gördüğüm o "bütüüüün doğa" avucumun içindeydi...Acaba resimde "ölü doğa" dedikleri bu muydu? Yook küçük de olsa canlıydı, küçük de olsa güzeldi. Ölü olan bendim, ölü olan dikdörtgendi, çok küçüktü doğa üzerindeki gayri safi milli hasılam...

O yüzden işte, başka canlılardan haberim olmadığından çok da iyi anlamıyordum etrafımda olan biteni...O'nun gibi "parlak sarı"nın ne demek olduğunu bir türlü hissedemiyor, en lirik anlarım bir elektirik kesintisi ya da ne bileyim ben bilgisayarıma virüs girmesiyle o anda çöküveriyordu. Yıldızlar asla etrafımda onunki gibi dönmeyecek, dönse bile benim zavallı teknolojik gözlerim bu helezonu göremeyecek, etrafına miyop miyop bakacaktı.


21.yy'da sanata merak salmak kimin fikriydi allah aşkına? Doğa cahilleri affetmezdi, sanat da...
Ve ben; ay ışığı, çiğ tanesi, ıhlamur kokusu, iğde fidesi gibi konularda çok cahildim...

3 Haziran 2012 Pazar

KAÇARKEN

O kaçarken birşeylerini düşürdü cebinden...
Fark edemedi kaçmanın telaşından...

Durmadı, düşünmedi...
Koş dedi birisi koş!
Fısıldadı kulağına
geçmişin şeytanı geleceğin meleği...

Elleri ceplerinde
Bir ıslık tutturdu
Siyah giyinen biriyle ilgili bir türkü müydü neydi...

Ne cebindeki boşluğun sebebini
Ne türküyü hatırlayabildi...
Hep de bir rahatsızlık duydu
Çok önemli birşeyi yapmayı unutmuş gibi...

23 Nisan 2012 Pazartesi

EV HALİ

Benim ev halim bunalımla taşkın mutluluk arasında ani geçişler gösterebilir.
Sabah kapalı olan havaya sinirlenip, tvde aniden sevdiğim bir filme rastlayınca sevinçten deli olabilirim.
Ne yapalım ben böyleyim !!?!

Şimdi çocuklar oynuyor evin önünde. Bu demektir ki hava güzel ve ılıman. Annelerin dışarda oynamaya izin vereceği kadar ılıman! Bu iyiye işarettir işte! Evin önünde çocuk sesi olmasını çok severim. Yaşayan sokak, yaşayan bahçe iyidir kardeşim kim ne derse desin. Baharla birlikte çiçeklere de sardım. Valla tuhaf bir ilişki biçimi çiçek ve insanınki. Fazla su veriyorsun soluyor, vermeyi unutuyorsun kuruyor. Ne zor işmiş...Hiç ilgim yoktu bitkilere karşı, tesadüfen bir iki çiçeğim olup da bakmaya başladığımdan beri internetin başından ayrılmaz oldum. Habire hangi cins çiçeğe nasıl bakılıyor bilgilenmeye çalışıyorum. Cuma günleri koşa koşa köşede kurulan pazara gidip, çiçekçi amcaya sorular soruyor, yeni fideler alıyorum.

Evet karşıdan pre-emekli hayatı gibi dursa da mutlu sayılabilirim. Hatta çok mutluyum. Lalalalalalala!
O ne ya çayı çok bekletmişim, öyyk ne biçim çay be aman beeee ben böyle hayatın!
Elleeeh radyoda en sevdiğim şarkı çıktı oleeey beeee! Hihihihihih!
Gel o matkapla beynimi del beynimi! Senin gibi komşu olmaz olsun be! Hay ben böyle hayata!

Çocuk bayramı da kutlu olsun buarada. Biz doğru düzgün yetişkin olmayı becerebilirsek mutlu çocuk sayısı da artacaktır.

Yaşasın ablam çaya geliyor! Yukardaki komşuyu da çıkıp döversem hiçbir sorunum kalmayacak! Neyse hadi şiddete hayır!
İyi tatiller! :)

6 Mart 2012 Salı

EDEBİYATTA VEZİR olanı TVDE REZİL etmek !


Küçük kadınlar...
Bu isim, sanıldığı gibi bir kaç sene öncesine kadar yayınlanan; ağlak ve gereğinden fazla uzamış-sünmüş, o korkunç dizinin adı değildir. Küçük kadınlar; Louisa May Alcott'un çocuk klasikleri arasına girmiş harika romanının adıdır.

Kız çocukları için bir cevherdir. Kahramanımız Jo ; bildiğinden şaşmayan, cesur, yetenekli, hertürlü zorluğa göğüs geren , sağlam mı sağlam bir karakterdir. Alcott; kadınların evlenip çocuk yapmaya özendirilerek büyütüldüğü, erkeklerle kadınların iş bölümünün arasına kalın bir çizgi çekildiği, kadınların ancak ev işleri, dikiş dikmek, nakış işlemek gibi zarif işlerle uğraştığı 19.yy Amerika'sında kız çocukları için bir başkaldırı romanı yazmıştır. Çok da iyi etmiştir. Şimdiki çocuklar için bişey ifade edip etmediği tartışılır kuşkusuz (naif ve demode bulacaktır çoğu bacaksız!) ama ben çocukken, uzun kış akşamlarında ablam yatmadan önce bana mutlaka bu kitabı okurdu ve bize çok şey ifade ederdi. Dört farklı kadın karakter olmasına rağmen kitabı okuyan her küçük kız gibi ikimiz de Jo olmayı isterdik. Genç bir kızın tüm olanaksızlıklara rağmen yazar oluşunun büyük bir zevkle hayalini kurardık. Eğer birgün yaşadığımız küçük şehirden gidebilme cesaretimiz olduysa Jo karakterinin küçük yaşta kanımıza bulaştırdığı zehrin de payı vardır kuşkusuz!...(iyi ki bulaşmış).

Üstelik sadece o da değil, kitap ; arkadaşlık, kardeşlik, birbirinden çok farklı olmak ve yine de birbirini çok sevebilmek, hayal etmek ve hayallerinin peşinden gidebilmek, hatta ve hatta seçimlerinin de sonucuna katlanmak ile ilgili pek çok ağırbaşlı öğütler verir. Asla ve asla gözü yaşlı, çaresiz karakterlerin rating uğruna bölümden bölüme, şekliden şekle girdiği bir tv dizisine dönüşmeyi hak etmemiştir.

Tabi olan oldu, neyseki kötü günler geride kaldı dizi yayından mı kaldırıldı yoksa bitti mi bilemiyorum, bir şekilde sona erdi. En son göz gezdirdiğimde bütün karakterler kötü yola düşmüştü. Herhalde absürdlük senaryolardan taşınca ve söz konusu romanla da senaryonun bir ilgisi kalmayınca, silkelenip kendilerine mi geldiler senaristler, yoksa dürten biri mi oldu ne ise işkenceden kurtulduk. Hatta dizinin yayından kaldırılmasının üzerinden bir kaç yıl bile geçti.

Diyeceksiniz ki şimdi niye "Küçük Kadınlar" ı yazıyorsun? Dizi bitmiş, yorgan gitmiş, kavga bitmiş. Çünkü hala Google'a "Küçük Kadınlar" yazınca, kitap ya da, ilki 1978 'de ikincisi de 1994 'te aslına uygun olarak çekilen film versiyonları ile ilgili hiçbirşey çıkmıyor. Hala bizim dizimiz ön planda. Sanırsınız diziyi çekenler buldu bu ismi. Bir eserin ismini olur olmaz ve kötüye kullanmak bu kadar kolay mıdır? Film verisyonları da son derece başarılıdır, kesinlikle tavsiye ederim. 1978 'de çekilen Küçük Kadınlar filminde Jo March'ı Susan Dey, 1994 'teki versiyonda Winona Ryder oynamıştır.

Kafaya bu konuyu takmamdaki başka bir sebep de, şu sıralarda "dizi" şeklinde başka bir eser katliamının daha yapılıyor olması. Evet Al Yazmalım! Cengiz Aytmatov, eserleri sinemaya sıkça uyarlanan bir yazardır. Kırmızı Eşarp adlı romanı da 1977'de Atıf Yılmaz tarafından sinemaya uyarlanmış ve herkesin hafızasında bildik izleri taşıyan sinema klasiği " Selvi Boylum Al Yazmalım " ortaya çıkmıştır.

Şimdi yazarın başarısı ortadayken ve aynı eserin sinemada kendini kanıtlamış hali dururken, güzelim eseri dizi yapıp, günümüze uyarlayacağız diye baş erkek karakteri motorcu, baş kadın karakteri de tek özelliği saçına zorlama zorlama kırmızı eşarp takıp duran bir sıradan kadına dönüştürmenin alemi nedir? Hele edebiyatta ve sinemada tadından yenmeyen o güzelim iç(ses) konuşmalar, dizide öğürme hissinden başka bir his verememektedir.

Beğenmeyen izlemesin! Evet izlemeyeyim mesela ben. Ama işte hep o Google yok mu, yazar adı yazıyorsun Türk dizisi çıkıyor, kitap adı yazıyorsun, Türk dizisi, film adı yaz yine al sana Türk dizisi! Eser katliamına tahammül edemiyorum. İzlememekle kurtulamıyorum! Aytmatov'un mitolojiye , efsanelere, destanlara ve masallara olan sevgisi ve birikimiyle nakış nakış işlediği karakterlerinin katline neden sadece kanal değiştirerek göz yumayım ki? Ya da ablamla hayalini kurduğumuz güzelim çocukluk kahramanımızın pecmurdeye dönüştürülmesine? Televizyon sanat eserleri için fazla tüketici, hızlı, çerezlik , kullan at'lık bir mecradır. Bir zahmet ya bu uyarlama işini çok iyi başarın ya da televizyonun doğasına uygun yeni senaryolar üretin. Güzelim edebiyat eserlerini rahat bırakın! Yaşandığı ve yazıldığı günde kalsınlar, günümüz sanki çok güzelmiş gibi günümüze uyarlayıp durmayın! Bir zahmet!

25 Şubat 2012 Cumartesi

ÜZÜM GÖZ ve BEN :)


Dirseklerini masaya dayamış ve üzerine kapanmış, kesik kesik sessiz hıçkırıklarla ağlayan küçük kıza :
- Hadi içsene salebini, neden ağlıyorsun sen?
- Mımmmhh işteeeee!
- Aaa ne oldu söyle bakiim?
- Yazı defterimin başına ismimi yazcaktım taşırdım çok çirkin olduuuuuoooo!!!Mühü mühü!
- Aşkolsun ama ya bunun için ağlanır mı? Kaplarız defterini o görünmez...
- Hayyyyıııırr! Çirkin oldu işteee!
- Üzerine etiket yapıştırırız?
- Olmaaaazzzzzz!!!Mühü!
- Canım öyle oluversin çok da kötü görünmüyor...
- Yaaaa çirkin oldu işteeeeeeee yaaaaaaaaaa!
- Ayyy Üzümgöz! Ağlanacak şey var ağlanmayacak şey var...Mesela ben de şu vitrindeki topuklu ayakkabıyı beğendim ama alamıyorum. Ben hiç ağlıyor muyum?
Küçük kız hıçkırıkları artmış ağlarken :
- Halaa yaaaa çok komiksiinnnn bbööööğğğğğğğ mühü mühüüüüüüüü !!

- Halaaa ben okulda dans dersine başladım.
- Aaaa ne güzel...Hangi dansı öğreniyorsunuz?
- Böyle benim eşim var. Şakacıktan o bana aşıkmış...
- Eeee?
- Hayııır yani şakacıktan aşıkmış gibi yapıyo, ben de onu böyle böyle itiyorum, gelme gelme diyorum.
- Ha dansın konusu gereği yani...?
- Evet.
- Dansın adı neymiş söyledi mi öğretmeniniz?
- Tanga!
- Ney? :)
- Ayyy Tango!


- Hala hadi dışarı çıkıcaz hadi hadi hadi hazırlan!
- Tamam dur hazırlanıcam.
- Hadi ama hadi hala yaa!
- Yavrum dur suyumu içeyim...
- Hadi hadi yaaaa!
- Yaşlı teyzeler ne der biliyor musun? Ham armut gibi boğazıma dizilme derler...Hiç duydun mu?
- Yok duymadım. Sen yaşlı değilsin ki?
- Senden yaşlıyım...
- Babanemden değilsin!
- Senden yaşlıyım!
- Babanemden değilsin!
- Senden!
-Babanemden!
- Se! 
- Ba!
-  ...
- Ba!

20 Şubat 2012 Pazartesi

"küçük" DEĞİŞİKLİKLER İNSANI MUTLU EDER!

Yazı ve çizi bloglarımda ufak tefek değişiklikler yaptım...
Yenilendiiiimmm... Huuuhh!!
Kuş gibi hafifledim valla...
Amaaaaaaaan! OOOOff! :))))

Çizi bloğumdaki değişiklik daha radikal oldu buradan bakabilirsiniz.

http://esmaburcusereli.blogspot.com/

Şimdi esasen bazı konularda hiç değişiklik yapmayı sevmem...
Kimi durumlarda gerzek bir muhafazakar olabilirim.:)
Demek istediğim 5 gündür filan bloger'ın başına geçip o renk, bu şekil,
şu arka plan saatlerce uğraşıyorum bloğumu değiştirmek için...
En sonunda vazgeçip bloğu eski haline getiriyorum...
Yok yaaa en güzeli eski hali diyorum.

Anneme babama tutuyorum böyle karşıdan bilgisayarı,
" Şimdiii bak anne bu böyle mi iyiii, yoksa şu mor arka plan mı daha iyiii?" diyorum.
Annem kısa bir sessizlikten sonra "valla yavrum ne bileyim öyle de iyi böyle de iyi" diyor.

Babama soruyorum :" Sarı olan daha iyi, sen nasıl girdin şimdi onu nasıl yaptın, belgelerimden mi girdin, feysbuk mu bu, şimdi sen burdan bizim evi bulabiliyor musun?diyor.
Yok bundan bulunmuyor o başka bişey gugıl ört, bulamam diyorum.
Seni de boşuna okuttuk diyor!:D

En sonunda yine eski haline dön, derken derken bugün başardım işte!

Haydi iyi seyirler! :)

3 Şubat 2012 Cuma

MASALLAR


- Uyuyan Güzel : 20 yaşında büyüyle uyutulan prensesi 100 yıl sonra uyandırmaya gelen kahraman prens, prensesten nerden baksan 90-100 yaş küçük olmuyor mu? Yaş farkına karşı değilim yanlış anlaşılmasın ama nasıl yürüyecek o ilişki?...Kuşak farkı çok büyük, kapanacak gibi değil, yok ı-ı yürümez...

- Çizmeli Kedi : Çocukluğumdan beri okuyup da aklımda kalmayan tek masal budur...Bu kedi iyi midir kötü müdür bir türlü anlayamadım...Okusam da aklımda kalmıyor niyeyse...Çocuklara verdiği bir mesaj varsa da silik ben size söyleyeyim...Geçenlerde yeğenim ben mutfakta kahve pişirirken çizmeli kedi çizgi filmine gitmiş bana anlatıyordu bıcır bıcır...:) Tam fırsatı dedim dinleyeyim öğreneyim..." çismeli kedi işte gitmiş ona yalan söylemiş, ondansonracıııımaaa gitmiş ötekine de şakacıktan kandırmış onu" filan diye devam etti...ondan soonracıııımaaa kedi çalmış çırpmış, yalan söylemiş,arkadaşını satmış vs anlattı da anlattı. En son dedim ki "e ne şerefsiz kediymiş bu" dedim. Yeğenim kocaman siyah gözlerini açtı " yooook kedi değilmiş ötekiymiiş oo" dedi. Yine bir halt anlayamadım...:)))

- Kül Kedisi: Kül Kedisi, bence bir anket yapılsa bugün bile kızçocuklarının en sevdiği masaldır. Sebebi çocukken insanın azcık yarım akıllı olması sebebiyle pula, boncuğa, pembe renge, kabarık eteğe,tüle, karpuz kola duyduğu inanılmaz ve anlamsız düşkünlüktür. Rüküşlük eeeennn vazgeçilmez şeydir bir kız çocuğu için...:)

Benim de çocukken bu saydığım şeyler için kendimi yerlere atmışlığım, pembe tüllü iğrenç bir elbise için bütün bir 23 Nisan etkinliği boyunca karşımda dikilen sıkı topuzlu kız çocuğunu pis pis kesmişliğim vardır. Çünkü o sırada ben, günlük elbisemin üzerine kanat takmıştık, kelebek kılığındaydım. Kafamda da renkli tellerden kurşun kaleme sarıp kıvırttığımız antenlerim vardı. O prenses kılığındaki kız allahım bir salınıyordu bir salnıyordu karşımda. Sırf ona gıcıklığına, bütün çocuklar bir kez sahneye çıkıp şarkı söylemesi gerekirken ben, 5 kere "öğretmenim canım beniim" şarkısını söyledim üstüste, görevliler kolumdan bacağımdan asılıp yeter yavrum harika söyledin ama bak sırada arkadaşların var diyerek beni indirmeye çalışıyorlardı, ben gözüm pembe elbiseye takılmış devam ediyordum "öğreetmeniimmm"...Zor indirdiler sahneden...Havasını aldım o pembe elbiselinin...:)))Şimdi düşünüyorum benim kelebek kanatlarım çok daha yaratıcı ve harikaydı aslında...Ablam ve kuzenim Ferah Ablam ortada hiçbirşey yokken yarım saat içinde müthiş bir yaratıcılıkla beni tırtıldan kelebeğe dönüştürmüşlerdi. Hala saklıyorum. İşte çocukken yaratıcılık sıfır, varsa yoksa pembe tül elbise, bilemiyor insan bazı şeylerin kıymetini...

Neyse masala gelirsek; çocukluğumdan beri Kül Kedisi ile ilgili aklıma takılan şey, saat 12'de bütün herşeyin büyüsü bozulup eski haline dönerken, nasıl oluyor da o camdan ayakkabı bozulmuyor bir tek? Teki prenste teki Külkedisi'nde günlerce saklıyorlar, efendim Külkedisi'nin kaknem kızkardeşleri tıkış tıkış deniyorlar bilmem ne...Tamam ayakkabı bozulmuyorsa elbise de bozulmasın, takım değil mi onlar? Tabi diğer herşey çok mantıklı da buna mı takıldın diyebilirsiniz ama takıldım yani elbise yoksa ayakkabı da olmamalı.

- Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler: Pamuk prenses ve yedi cüceler masalından nefret ederim. Ne bileyim pamuk prensesi çok domestik buluyorum...Yok cücelere bak, yok yerleri sil, bütün gün temizlik, yemek...Prensessin sen kızıııım azıcık bir ağırlığın olsun yani ne bileyim şöyle bastın mı yeri titret!:) Cüceler komün hayatın güzel bir örneğini sunsalar da madende çalışmaları kafa karıştırıcı...Kime hizmet ediyorlar, kendi madenleri mi? Yedi tane cüce ormanda altın madeni bulup işletiyorlar o altınları napıyorlar, kime satıyorlar? Altın madeni mi onu da bilmiyorum ama yani o kadar önemli değil ne madeni olduğu. Çalışkan cücelerin iş durumu bence biraz karışık...Bana karanlık bir iş çeviriyorlar gibi geliyor.

- Hansel ve Gratel : Yeyin kaçın o evi yeyin kaçın çabuukk! :)

- Kubağa Prens: Bu masalı hiç okumadım. Sadece herkes gibi prensesin kurbağayı öpüp prense dönüştürdüğünü biliyorum. Bunun tıpkı Shrek'teki gibi tersinin konu edildiği bir animasyon yapıldı diye hatırlıyorum. Yani prenses kurbağayı öpünce , kurbağa prense değil de prenses kurbağaya dönüşüyor. Shrek'te de Fiona dişi Shrek oluyor biliyorsunuz. Bence bu bakış açısı güzel...Yani illa herşey güzel olana ya da işte kabul görene dönüşünce mi işler yoluna girecek? Daha az kabul görenin, çirkin olanın,korkunç olanın suçu ne kardeşim?

Gökten üç elma düşmüş...Amaaaaan gökten kasnak yağsa benim başıma geçmez...haydi çıkın kerevetine...:)

11 Ocak 2012 Çarşamba

KIŞ

Kış...Kışın en az uğradığı, hava durumunun insanlara karşı daha insaflı ve daha eşitlikçi olduğu bir yerde geçiyorsa; iyidir. İyidir işte...Kestane yaparsın, ayaklarını yanan ocağa uzatıp kitap okuyabilirsin, dışarı burnunu çıkarmadan cama dayanıp hayal kurabilirsin, eş dost eve geldiğinde okeye dördüncü olabilirsin, anne-babayla pazara çıkabilirsin, şımarıp; bizim orda bunlardan yok diye her meyve sebzeden ottan aldırabilirsin...Babaevinin koruyucu çatısını kafana kadar çekip kış uykusuna yatabilirsin...iyidir, iyidir işte...