3 Haziran 2020 Çarşamba

SONBAHAR KIŞ İLKBAHAR YAZ


SONBAHAR

Ekim ayı...Bu evdeki 10 senelik yaşantım kolilerin içine istiflenmiş. Roland üzerlerine büyük bir titizlikle; mutfak/ banyo/ salon filan yazıyor içim kadar kahverengi kutuların. Gözümle yazdıklarını takip edip, içimden "Gitme/Kal/Bu Şehirde yazıyorum aynı kutulara. Boğazımda bir düğüm var, bu kadar telaşlı olmasak ağlayacağım ama çok telaşlıyım buna vaktim yok sonra ağlarım diye düşünüyorum. Kutulara yaptığım gibi bantlıyorum bazı düşüncelerimin ağzını da... Giriş katındaki evimizin penceresinden bizi taşıyacak olan kamyonetin yolunu gözlüyorum.

Kamyonet geliyor. Mesajlaşmalarda gönderdikleri bütün o reklamlarda vadedilen tüm profesyonellikten uzak, 1 adam, 2 Afgan genç iniyor kamyonetten. Çocuklar hiç konuşmuyorlar, şoför Türkçe bilmediklerini söylüyor. Ben de anlıyor ama konuşamıyorum zaten şuanda diye düşünüyorum, dolayısıyla sorun olmuyor. Evlerinden uzakta o iki cılız çocuk koca koca şeyleri taşıdıkça onlara karşı bir üzüntü peyda oluyor içimde, sonra omuzlarımda bir sürü yükle bilmediğim bir yere defolup gittiğim aklıma geliyor bu kez kendime üzülüyorum. Böyle bir onlara, bir kendime üzülerek beraberce yüklüyoruz kamyonu.

O sırada ablam geliyor. Şoföre tembihlerde bulunuyor, her zaman yaptığı gibi beni çekip çeviriyor, destek oluyor, yardım ediyor, sık sık bana sarılıyor. Kamyonu uğurluyoruz. Buradan ablamlara gideceğiz, gece yarısı olan otobüs saatimize kadar birlikte vakit geçireceğiz. Babam da burada...Özgür'ümle Ankara'dan taşınmadan önceki son oyunlarımızı oynayacağız.

KIŞ

Ekim'den beri Osmaniye'deyiz. Ankara çok soğukmuş haberlerini alıyoruz. Biz burada henüz kışa rastlayamadık. Ankara'daki evimizin balkonuna göre çok büyük olan bir balkonumuz var. Aralık ortasına kadar balkonda oturabildik. Etrafımız dağlarla çevrili, balkonumuz bir fıstık bahçesine bakıyor, Ankara'da ayda yılda bir açan çiçeklerim çoştukça coşuyor.

Yazışmalarım ve buradaki üniversiteye olan atamamın teknik bir takım şeyleri sürdüğü için ilk haftalar sık sık Ankara'ya gidiyoruz. Ablamlarda kalıyoruz. Özgür çok mutlu:) Her gidişimde okulda kızları ziyaret ediyorum, Esra ile buluşuyorum, henüz iki üç haftada bir Tunalı'da yürüyüş filan yapabildiğim için ben de mutluyum. Böyle sürecek sanıyorum.

Sonunda Osmaniye'deki okula atamam gerçekleşiyor. Çalışmaya başlıyorum. Okul güzel. Kampüs yeşil. Evden okula yolun yarısını güzel yeşil bir yoldan yürüyorum. Kampüs kapısına kadar olan yarısını ise malesef aşırı pis ve çöp dolu bir sokaktan geçerek yürümek zorunda kalıyorum. Kampüsün etrafı zorla şehirleştirilmeye çalışılmış; bu yüzden aşırı kötü bir yapılaşma, toplanmayan çöpler ve umursamadan çevreyi kirleten insanlar var. Biraz moralim bozuluyor. Her gün o yol boyunca söyleniyorum. Çevre coğrafyanın bu kadar yeşil olup yaşadığımız çevrede 1 tane doğru düzgün park olmamasına şaşırıyorum. Çöplere ve insanların vurdumduymazlığına alışamıyorum.

Evde Roland'ın, okulda da Gizem'in olması beni çok mutlu ediyor her şeye rağmen. Dertleşiyoruz. Saçma saçma gülüşüyoruz filan...Yeni yılda her sene olduğu gibi Macaristan'a gidiyoruz. O bambaşka  frekanstaki yaşantımda buraya dair her şeyi unutuyorum. Çöpleri bile... 

İLKBAHAR

Macaristan'dan döndük. Tekrar işe başladım. Artık Ankara'ya gidememeye başladık. İş güç, buranın da kendine göre bir telaşı oldu. Annem, babam, ablamlarla her gün telefonlaşıyoruz. Özgür ben arayınca telefonu kapattırıp beni görüntülü olarak geri arıyor. "Bundan sonra böyle görüşelim teyze" diyor. Evde çekmece içleri, baza altları, her odanın her ayrıntısı filan, taşınmaya dair tüm ayrıntılar epeyce yerleşti. Rutine sardık saracakken iki hafta ara ile önce İzmir'den Sırmalar, sonra da Ankara'dan Esra ve Atalay ziyaretimize geldiler. Dünyalar bizim oldu. Biraz çevreyi gezebildik onlarla. Doğa ve yemek yemek insana ne kadar iyi geliyor:) Ama en çok dostları görmek. Zaman zaman kendimi sorguluyorum. Genç ve işsizken almış olduğum kararlar, istemediğim değişiklikler yapmama sebep oldu. Olduğu gibi kabullenmeye çalışıyorum her şeyi ama kolay olmuyor. Hele sevmek hiç kolay olmuyor. Ben böyle kurum kurum kurulurken evren sorularıma "pandemi" ile cevap veriyor. Kapak gibi cevap! Helal olsun!

YAZ

Üç aydır evdeyiz. Birden tüm dünyanın benim burada şikayet edip durduğum küçük yaşamıma benzer yaşamaya başlaması beni biraz şaşırtıyor. Herkes aynı yaşıyorsa ben şimdi neyden şikayet edeceğim? Bir süre hiç bir şeyden şikayet edemiyorum, kal geliyor. Herkes gibi temizlik ve yemeğe sarıyorum. Burada zaten okula gitmek dışında, fazla dışarı çıkmadığımız için dışarı çıkamamak bizi zorlamıyor, ya da biz öyle sanıyoruz bilemiyorum. Ablamlar geleceklerdi, gelemiyorlar, annem gelecekti, gelemiyor, biz yaz sonu Macaristan'a gidecektik, gidemiyoruz. Duruyoruz. Ben uzun süre durdum yani... Karantina sürecinde gözlemlediğim iki tip insan oldu. Birincisi karantina sürecini en verimli geçirene ikramiye veriyorlar gibi dizginlerinden kurtulurcasına, hiç kitap okumamış gibi okuyan, hiç yoga yapmamış gibi yoga yapan, hiç film seyretmemiş gibi üçlemeler, beşlemeler izleyen ve daha sayamadığım bir ton aktivite yapan verimci karantinacılar. İkincisi de benim de dahil olduğum, ilk gruptan tiksinen ve bu tiksinti ile yüzüne ışık tutulmuş tilki gibi ne yapacağını bilmeden kala kalan verimsiz karantinacılar. Bu ikinci grup ilk günden itibaren söz konusu verimcilere verdi veriştirdi, sonra tabi karantinanın son günlerine doğru misal ben mubi'ye üye oldum, 800 sayfalık bir romana başladım, inanır mısınız bir canlı yayına bile katıldım. Ne yapalım, insanoğlunun da evde yapabileceği şeyler kısıtlı nihayetinde, en azından ben önce biraz üzüldüm de öyle başladım bir şeyler yapmaya diye kendimi avutuyorum.

Bu hafta karantina artık bitti gibi oldu. Sanki önceden çok normalmişiz gibi "normalleşme" sürecine girildi. Burada bizim okul açıldı. Artık uzaktan değil yakından çalışıcaz. Bu iyi mi kötü mü henüz kimse bilmiyor. Her yeni durumu yadırgadığım gibi bunu da yadırgıyorum. Evden çıkasım gelmiyor. Dünya başımıza geçmekten beter olmuş, göktaşları mı düşmemiş, yangınlar depremler mi olmamış, Amerika'da isyan bile çıkmış daha allasen ne normalleşmesi, ne evden çıkması. Zaten şuan bulunduğum yerde dünyada iyiye ya da kötüye giden her hangi bir şey buradaki yaşantıya etki ediyor mu çok emin değilim. Gerçi şu halime bakılırsa etki etmiş gibi...

Neyse, odamdayım, açık pencereden bildik yaz sesleri geliyor. Kuş cıvıltısı, arı vızıltısı, çocuk bağrışması...Ben yine duruyorum.
   



             

Hiç yorum yok: