22 Ocak 2014 Çarşamba

FIRTINA

Ankara DT'de bu hafta harika bir hafta, çünkü; "Shakespeare Haftası" !  Hafta boyunca en harikasından Shakespeare oyunlarıyla gözümüz gönlümüz açılacak. Neler yok neler ; Hamlet, Othello, Macbeth, 12. Gece, Venedik Taciri veeeeee Fırtına!

Bendeniz bir süredir "allahım bir mübarek çıksa da Şekspir'in Fırtınası'nı sahneye koysa, şöyle bir izlesek" diye dualar etmekteydim. Şehre belki bir film gelir ümidiyle gelen giden oyunları araştırmakta, DT'yi zaten sürekli göz ucuyla takipteydim. Ümitlerim tam tükenmişti ki; nihayet geçen hafta tesadüfen internetten aylık programını açtım Ankara DT'nin. Bir de ne göreyim, Şekspir haftası var ve İzmir DT konuğumuz olmuş Fırtına'yı oynayacak!
Haberi alınca kalkıp göbek atmadıysam da, hafiften omuzlarımı silkelediğim doğrudur! :)
Bu oyunu bana Şekspir oyunlarını ilk okumaya başladığımda bir arkadaşım önermişti. (İzninizle Şekspir'in adını okunuşuyla yazıyorum çünkü her defasında yazılışını doğru tutturmak çok zor oluyor, Ahmet, Mehmet değil ki bu! O yüzden hoşgörürsünüz sanırım...:) )

Okuyunca gerçekten arkadaşımın ne demek istediğini anladım. Büyücü kral Prospero, esrarengiz peri Ariel, ucube yaratık Caliban ile fantastik olarak tabir edilebilecek bir oyun olan "Fırtına" otoritelere göre de alışılagelmiş Şekspir oyunlarından ayrılıyor.
(bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/F%C4%B1rt%C4%B1na_(oyun))

Neyse efendim hemen bir bilet edinerek izlediğim bu oyunda, bir parça hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Oyunun metnine bu kadar bayılıp, oyun boyunca bir nebze sıkılmama engel olamadıysam sanırım iyi sahnelenmiş bir versiyonuna rastlayamadım diye düşünüyorum. Herşeyden önce metnin altında hiç kesintiye uğramayan efektler kullanıldığı için (sürekli ama sürekli) oyuncular mikrofon kullanıyorlardı, bu da bazen seslerin gereğinden fazla ya da boğuk çıkmasına neden oldu. Yer yer Prospero büyücülüğünü ve krallığını da abartınca söylediklerinin çoğu anlaşılmaz hale geldi. Anlayacağınız o güzelim tiratlara yazık oldu! Ariel şimdiye kadar rastladığım en orjinal karakterlerden biriyken, sürekli elini kolunu çırpıştıran kanatlı elbisesi içinde daha ziyade "minik kelebek" diye tabir edilebilecek, adeta başka bir oyundan sahneye karışmış bir karaktere karşılık geliyordu. Oysaki Ariel karakterinin daha sessiz, daha sabit, daha görünmez, ruh gibi olması gerekmez miydi? Ellerini niye sürekli çırpıştırıyor diye çok kafama takıldı...Peri diye bu kadar düz algılanmaz ki bir karakter!

Dekor ve efektlere tekrar değinmeden edemiycem, gerekli gereksiz kulağımızı sağır eden gökgürültüsü sesi, şimşek efekti, ve sahneye yansıtılan onca görsel efektten kaçı gerçekten gerekliydi bilemiyorum. Söz konusu ada, büyülü ve esrarengiz olduğuna göre daha yaratıcı ve kullanışlı bir dekor olabilirdi diye düşünüyorum.

Caliban'ı canlandıran oyuncu kısmen kafamdaki Caliban karakterini karşıladı denebilir. (oyundan kimsenin ismini vermediğim için onunkini de yazmıyorum) O korkunç mikrofona rağmen ses tonu, duruşu, kendisinin ucube bir yaratık olduğuna seyirciyi inandırdı. Henüz saymadığım diğer bütün karakterler çok sıradandı. Lafını bile etmiyorum o derece...

Buarada seyirci demişken, seyirci gözle görülür bir şekilde çok sıkıldı. İlk kez Ankara seyircisinin üflediğine püflediğine tanık oldum. Yanımdaki genç 1. perdeden sonra geri gelmedi...Arkamdakiler sürekli "noluyo ya şimdi öyle, bu adam in mi cin mi, ne ki bu? " filan diye, yorumlarından anladığım kadarıyla oyunun konusundan hiçbirşey anlamadılar. Tabi tam burada biraz seyirciye, yani kendimize de çuvaldız batırmak gerekir...Her oyun gibi Şekspir oyunları da, az biraz yazar ve söz konusu oyun hakkında hiçbişey okumadan gidildiğinde, oyunun belki de 100'de 40 'ı erozyona uğramaktadır. Hele de Şekspir 'in oyunlarının çoğunluğu Roma mitolojisine dayandığı için hatta mitoloji hakkında bişeyler bilmezseniz, oyundaki pek çok göndermeyi sadece söz oyunu zannedebilirsiniz. Bu, mitoloji bilmeden sanat tarihi yorumlamaya benzer. Yani mümkün değildir.

Söz gelimi, Şekspir'in pek çok oyununda "elinde çalı süpürgesi tutan adam" lafı geçer. Bu tabir, o dönemde ayın üzerindeki lekelerin, "elinde süpürge tutan adama" benzetilmesinden dolayı "ay" ı anlatmaktadır. Bu oyunda da vardı, ve arkamdakiler "süpürge tutan adam nerde" diye oyuncuların arasında aydede'yi aradılar bilmeden, tabi bulamadılar!

Şunu da söylemeliyim ki; Şekspir haftasındaki bütün oyunları izleyemedim, çok sevindirici ki hepsinde biletler tükenmiş durumda...Yani seyircilikten aldığım ukalalığı burada bitirmeden önce, Ankara DT 'de geçen sezondan beri oynayan Venedik Taciri'ne de deyinmeden edemeyeceğim. Geçen yıl 3 kere izledim, bu sene de fırsat bulursam yine gidebilirim. İşte başarılı Şekspir uyarlamalarından biri!.. Sanırım başrolde Shylock olarak izlediğimiz Tamer Levent'in de bunda payı büyük. Usta oyuncu öyle bir Shylock karakteri çiziyor ki; olması gerektiği gibi ona kızsanız kızamıyorsunuz, üzülseniz üzülemiyorsunuz , bütün duygularınızı boğazınızda kilitliyor. Sahnede diz çöktüğü tirat sahnesinde kendi kızım evden kaçmış gibi hissediyorum, gidip Jesica'yı "ne olursa olsun bir baba bu kadar üzülür mü" diye saçından sürüyesim geliyor...İşte hiç de entellektüel olmayan son derece samimi bu eleştiri yazısında, bir duygunun seyirciye nasıl aktarıldığını varın artık siz düşünün...! :)

Konuya dönecek olursak;
Eh işte, biraz yönetmen ve oyunculardan, biraz da seyircilerin gayretiyle daha iyi Şekspir oyunlarında görüşmek ümidiyle...

Şanslıysanız biletlere alttaki adresten ulaşabilirsiniz :

http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar.html

Hiç yorum yok: